MEHMET SAVRAN
Sitenin sağında bir giydirme reklam
NEMS

Ey Vali Babam, Ben Gidiyom Sen Yazarını Tazele…!

TÜRKİYE GÜNDEMİ 18.11.2016 - 14:17, Güncelleme: 01.08.2022 - 12:48
 

Ey Vali Babam, Ben Gidiyom Sen Yazarını Tazele…!

Kırşehir basınının güzide temsilcisi duayen Gazeteci Yazar Gamze Boynueğri memleketi Kırşehir’den ayrılmadan önce Kırşehir Valisi Necati Şentürk’e veda yazısında bulundu.
Kırşehir basınının güzide temsilcisi duayen Gazeteci Yazar Gamze Boynueğri memleketi Kırşehir’den ayrılmadan önce Kırşehir Valisi Necati Şentürk’e veda yazısında bulundu.   Kırşehir basınının medya temsilcisi Gamze Boynueğri Kırşehir’de birçok yerel basın bazında 7 seneden bu yana yer almasıyla birlikte başarısına çıkarmış olduğu iki adet eseri ile başarı kattı.   2 sene’dir yazarlıkta aktif bulunan Gamze Boynueğri son kitabı Vasiyet eseri sonrası almış olduğu ani kararla birlikte Turizmin gözde şehri Nevşehir’e yerleştiğini açıkladı. Boynueğri, kültür diyarında kültür’den uzak kalan insanların olduğundan söz ederek, şahsının ve diğer yazardaşlarının arka plana atıldığını ifade etti.   Gazeteci Yazar, memleketi Kırşehir’den ayrılmadan önce Kırşehir Valisi Necati Şentürk’e veda yazısı yazarak bazı kurum idarecilerine de ağır bir üslupla sitem etti. Yazar boynueğri, ayrıca Kırşehir’in incisi Çekiç Ali’nin “Sarı yakışmaz mı güzele” adlı parçasını da Vali Şentürk’e kendi kalemiyle yorumladı. Üçüncü eser çalışması “Duruşu Yaralı Adam”ı ise Nevşehir’de kaleme almaktan dolayı da büyük huzur ve mutluluk duyduğunu ifade etti.   İŞTE O,SİTEM DOLU YAZI… “Kalıp kıyafetle, adam adam olmaz” sözleriyle pekiştirmiştim daha öncelerdeki kaleme almış olduğum köşe yazımı. Niçin ve neden yazdığımı bilenler biliyorlardı elbette. Ağızlarının payını da tonlarca çuval çuval sıralanan cümlelerle aldılar. Köşesine geçme zihniyetinde bulunanların göstermiş oldukları nezaketten ötürü ayrıca geciktirme teşekkürlerimi sunuyorum. Kaleme almış olduğum bu köşe yazımda ise alayına gider bil hal edası ve rahatlıyla şimdi yazarım yazarımda onca metinde tek bir sözü anlatıyor Üstatlar aslında, tek bir cümlede. Her zaman ki rumuzum olan “NEŞTERİN UCU” ilk giriş cümlelerini nakış gibi insanlığın fıtratına, zihniyetine, karakterine, haysiyetine, onuruna, şahsiyetine, şerefine, cinsiyet ayrımcılığına, düşünce yoksulluğuna, tecrübe konusuna, hayat gurmesi oldum sananlara ve her ne kadar yaş küçük olursa olsun kadınlık şuuruna, cahillik sendromu olanlara, hayatın fobi yanlarından kaçanlara işlerken diyor ki “ ADAM OLMAKTI ASIL MESELE”…   Sussam bir dert bağlar gönlümü Vali babam, susmasam bir dert. Şimdi sen söyle bana dönen bu su değirmenin çarkından ne kadar haberdarsın? Yazarım, çizerim, söylerim tek bildiğim budur. Rabbimin bana sunmuş olduğu hikmetle Elhamdülillah alnımın teri, bileğimin gücü, mürekkebimin hakkıyla ekmeğimin peşine düşmüş giderim evvel Allah. Hangi mesleği nasıl yaparsın bu memlekette iki elini başının arasına alıp düşünme hakkı sunuluyor sana düşün? O vakit, Joker hakkım halen geçerliyse derdimi Vali babama yakınmaktan yana kullanmak istiyorum. Gazeteci dersin şantajcı derler, yazara tokat, sanatçıya dayak atan hem de makam dayağı atan hadsizliğin egosuna gel.   Şişirilmiş deri koltukların havasını koltuklarının boylarını kaldıkları yerden aşağı çeksek iner mi ki acaba? Ne vakit’e kadar el sıvazlamalar böylesine devam edecek? Hiç kimse kusura bakmasın ki benim özüme de terstir, kaliteme, kişiliğime, karakterime de. Zaten böylesi bir zihniyet içerisinde   olsaydım 7 senedir çabalamalarımın menfaat çıkar ilişkisinin arkasını gütmelerimden, payımın neticesini çoktan almıştım. Kapımı açan şoförüm, merinos yünü yerinde yatağım, masamda bufalo pirzolası ve bir cia ajanı gibi şifreli kelimelerle talimat vererek her üst düzey makamda işlerimi hallettirdiğim adamlarım olurdu. İşlerim anında tıkırında olması için ciğerlerim koşuşturmaktan feryatsın eyleyip efor sarf ederek, oksijen kıtlığı yaşamazdı öyle ya.   Deyimi yerinde akşam vakti oluncaya kadar ayaklarıma kara sular misali zap suyunu şefaat eyleyen bendeniz, kendi dairesinde semazen misali dönen Rabbimin garip HİÇ kulu olduğuma göre, demek ki önünü kesilip engellenecek kişi de ben değilim demektir. Benim etimde belli’dir, budumda.   El insaf eyleyip de bu kadarda emeğinin, kaleminin hakkıyla bir yerlere gelmeye çalışan ego fukarası sanat deryalarına Türkiye Cumhuriyeti topraklarında bu kadar mısır işkencesi de yapılmaz ki! Konumundaki kişiliğinizle kim? Hangi kaliteyi ispatlama peşine düştünüz ki, Ey Manav Sahipleri pardon!   Ey Makam sahipleri, assolistlerin performanslarına eşdeğer taşkıranlık yapıyorsunuz!   Makam makam dolaşıp, mevki mevki sırt sıvazlama muhabbetlerine girip, yalandan da olsa birkaç hoş latife söz ederek kişiliksiz ego tatmin etmekten yoruldum.   El sıvazlamaktan yoruldum Vali babam duy sesimi! (TABİİ O VAKİTE KADAR BU GÖNÜL İSYAN YAZISINA IRGALANANLAR TARAFINDAN SANSÜR GELMEZSE) Gerçi bunlar benim gelmiş ve geçmekte olan ömrümün özüne ters olan maskeler. Yapmam gereken gereksizlikler yüzünden tarafıma yapılan haksızlıkları hoş görüp, ne yazık ki sindiremiyorum.   Bundan aylar öncesi makamınıza geldim. Beni kabul eyleyip, iki çift nefesinizle, sözünüzü bağış ederek latifeyi sohbetinizle bahtiyar eylediniz. Şaşırdınız kaleme aldığım esere ”Bu yaşta ne Vasiyet’i” diyerek, “Anneme manevi Vasiyetimdir” dedim sustum, üstelemedim. Ee tabii unutmamak gerekir ki kapınızı da hiçbir derdim ve sorunum için sizden yüz bulup da aşındırmadım…   E benim tok yürekli Vali babam, bir kere olsun açıp şu gencecik, tazecik, ömrünün baharı gül olacağı yerde dikenlerle mücadele eden yazarın altı sayfalık Vasiyeti nedir diye göz atmayı hiç düşünmedin mi? Merak edipte bir kere olsun bu kız acaba ne yazmış? Niçin yazmış? Kimler? Neden bu Vasiyeti yazdırmış okumadın mı? Birde ne güzel latife ediyordun şakayla karışık “Ben incelemeden, onay vermeden nasıl çıkardın bu eseri” diye…   Ey benim pehlivan deri yelekli Vali babam, altın rengi işlemeli makamında otururken bana “Kızım bu eserini inceletilmesi için dilekçe ver, komisyon kurulsun demedin mi?” Aylar önce gittim Milli Eğitim Müdürünüzün yanına komisyonun kurulup kitabımın biran önce inceletilmesi için talimatınızın olduğunu gerekli makamlara bizzat ilettim. Çıkan sonuçla akabinde şoka büründüm, ne dilekçeyi onaylayan vardı, ne komisyonu kuran, nede sizin talimatlarınızın yerine yakışır uygulama. Komisyonu kurulmadan sonuçlandırılmış ret cevaplı bir dilekçeyi sıkıştırdılar elime.   Valilik Özel Kalemi arıyorum, makamının üzerine taze makam atan makam sahibiniz çıkıyor telefona. Durumu arz etmeye kalmadan kesin sözlerle ırgalıyor benim sabrımı “Ben sana ne diyorum bir senedir gamze, senin bu iş olmaz”. Aylar sonra kırılan hevesim yeşermesine yeşerdi haydi yeniden Bismillah dedikten sonra makam mevki sahiplerine gurur yapmamaksızın kitaba destek randevuları, görüşmeler demeye kalmıyor yine Allah’ın işi bu ya bütçeler sıkıntıya giriyor. Pire oluyor, deve… Sanki   pazarlamacıyım ben… Kapılarına gittimse eğer şu yazar ve bilhassa birde şu bayan halimle bir ricada bulunduysam bu kadar kıro, bu kadar da halden anlayışsız odun olunmaz ki ey efendiler!   Ümidimin bir boynu kırık, “Sus ve diğer kapıları da dene” dememe kalmadan lise eğitimimi aldığım kardeşlerime bir örnek göstereyim, kitap okumayı sevdireyim, bilinçlendireyim, kayıta değer bir şeyler yapalım derken, İl Milli Eğitim Müdürlüğüne göndermiş olduğumuz dilekçeden bir kez daha ret cevap yiyoruz. Neden ret cevap? Sorumun karşılığı ise dilekçe sonunun rica değil, arz olması gerektiği için olduğu ifade ediliyor. Dizelerimin yeri yerindedir elbette “Hayat yaptı sümbülü diken, şikâyetim sana değildir Ey Yaradan. Akıl vermediğin kulların şikâyetsiz, hatasız ve afsız. Korkarı, bilmem ne olur sonunda bu ar perdesinden aciz halleri…” diye kaleme alsam da kime ne fayda. Yıllardır aynı sunmuş olduğum izin dilekçesine nedir yapılan bu tezatlık gel de çık işin içerisinden. Allah’tan sonunda hatır, naz bilen bir nevi makamında problem oluşturmak yerine tıkalı problemleri kökünden çözen bir babayiğit oturtturmuşsunuzda sonunda gözümüz adam gibi adam gördü sağ olunuz, var olunuz her kurumada böylesi yakışırdı ala. Problem çözüldü, imza günü işlemleri onaya büründü…   Anacığımın çok güzel bir sözü vardır elbet özünü bilen bilir bu sözü “Anan sarımsak, baban soğan” der. Şimdi makam mevki aşkı saranlara bir vesselam gönderiyorum.   Egonuzu seveyim sizin ananız sarımsak, babanız soğan neyinize sizin bu havanız, bu fiyakanız ve bitmez bu ukalalığınız!   Mesele burada dilekçede ki arz, rica konumunu çoktan geçti bile… Evet, olması gerekende budur maddeler gereğince oluruna yakışır da “arz ederim” diyerek bitmesi gereken bir dilekçe olmasıdır. Be canları sağ olasıcalar! Ekmeğinizin ve görevinizin hakkı için oturup durmak yerine bir ulaşın da bilgilendirin.   Unutmayınız ki, makama, mevki’ye gelmekle adam olunmuyor… (EMİR VERENLERE DİYORUM) Diplomayı alıp oralara gelmekle, okudum büyük adam oldum demekle de adam olunmuyor ne yazık ki. Karakteri, kalitesi ve kişiliği buna müsait olanlar hariç.   Çünkü adam olmak bir öz meselesi diploma değil. Meselenin özüne de halen Fransız kalan makam sahipleri olduğu düşüncesini varsayarak devam ediyorum…   Akıl yaşta değil, başta hesabı. Her duamın sonuna eklediğim bu güzel duayı, adam oldum sananların da yer vermelerini ümit ediyorum. “Ey benim güzel Rabbim, kendini bilmezlerin şerrinden, arsızın gölgesinden sana sığınırım. Yolumu açıp, Künfe Yekün dediğin vakitte beni yolumdan şaşırtma, özümden alma ve beni boşboğazların eline, diline düşürecek hale koyup, SONRADAN GÖRME eyleme Yarabbi. Âmin”.   “Kesme su içen ne arının ne yılanın suyunu, sokmaz seni sen yolunda düz gittikçe” dedim kaleme yanlış söz mü ettim acep deyip de, yokladım bendimi.   Ah Vali babam, meğer ben ne kendini bilmezlere düğme ilikleyip, bin latifesi şah kelamlar etmişim. Kulaklara inci sözler, dillere hurma tatlı sözler, kuşandığım kalemimi yerden yere vurup mürekkebimle, nefesimi heba edip, boşa tüketmişim. Beş kuruşun üzerine koyarsan on kuruş sanmazlar etti yüzeli kuruş, tepene çıkarıp arkandan kırk çalanları makama, mevki’ye sultan âlime, bilgine de soytarı ettin Ee Valim.   Adamına göre muamele yaptıklarını da elbette unutmamak gerek. Ey egosu yerden yüksek zatlar kendi memleketimin topraklarında ikinci sınıf vatandaş muamelesi göstermeniz yaptığınız ayıbın en büyük kanıtıdır. Sadece bana değil, Kırşehir’in bir türlü öne çıkamayan Kültür Deryalarına. Ceketlerinizin kenarlarına taktığınız ay yıldızlı şeref rozetini ne kadar hak ederek taktığınız da koca bir alışagelmiş soru işareti, en iyisi bu sözlerimi de es geçin gitsin.   Makam mevki şarlatanlarından şuna birisi açıklık getirsin, adamına göre mi muamele yapıyorsunuz? Dış görünüşe göre mi? Yoksa Mesleğinde isim yapmışa mı? Ey yaptığı ayıbı görmemezlikten gelirim zanneden makam sahibi, sende Facebook hesabına girip sörf yapacağına sana yapmış olduğum üç cevapsız çağrılarıma bir zahmet cevap ver. Yeşil tuşuna basta, derdin nedir anlayalım.   Ama bir bakımdan çok doğru değil mi? Bizde hoşgörüde çok, hatır nazda ama sizde şükran ne gezer, minnet ne gezer. Varsa yoksa zillet varsa yoksa riyakârlık… Etme bulma dünyası elbette bunların hepsi, önümü kesen hiçbir makam kurnazlarına ve hakkımı yiyen hiçbir kürkçü dükkânına hakkımı helal etmiyorum… Alma mazlumun ağını çıkar aheste aheste demişler… Allah ümidimin boynu kırık yerdeyken kapısını, sofrasını, penceresini açık tutan Kırşehir’deki birçok esnaf hemşerilerimden razı olsun… Kazandıkları kazançların binini bin eylesin… Demek ki bu devirde esnaf demek insan demekmiş, halden anlayan can yongası demekmiş, geri kalan makam mevkiler ise içi boş, fasa fiso kuru kuru gada alan laf salataları imiş…   Ey Vali babam uzun lafın kısası şu’dur ki, Allah’ıma emanet ol… Rabbim makamında seni müdafaa etsin... Gönlün Firdevs ırmakları gibi her daim engin, babalığın hoş olsun, var olsun… Ben bu kalemimle, bileğimin gücüyle, onca çalışmamla helaliyle hoş emeğimin hakkını kazanıp da kendi memleketimde baş edip, yer edinemedim… Allah bilir ya, gün geldiğinde kendini bilmezin biri başına kabağı patlatıp, işin faturasını sana yükleyecek işler yapmaz İnşaALLAH… Neşet Ustam boşa gitmemiş derdim de klişe laf ederdim zannederlerdi… Ey lafı boşa konuşmadığım, yakındığım sohbet kelamlarım bu lafımın özüne gelin… Gün ola, devran döne, kervan yürüye… Şimdi Memleketimizin unutulmaz değerlerinden olan Çekiç Ali’nin “Sarı yakışmaz mı güzele”parçasını sana yaptığım yorumuyla bir ben giderim Vali babam, birde kalemim yazarlığımı bırakırda giderim…   Yeşil Vasiyet yakışmaz mı yazara Kalemimin ucu köreldi döndü meşeye Ey Vali babam, ben gidiyom sen yazarını tazele Al da beni Vasiyetten Sükûta çal Valim Oy Valim oy Valim Memleket köşelerinde bıraktım kalemi Ne yazarlığım kaldı nede gazeteciliğim O dillerine de olayım vay yazarın Alda beni Vasiyetten Sükûta çal Valim Oy Valim Oy Valim.  
Kırşehir basınının güzide temsilcisi duayen Gazeteci Yazar Gamze Boynueğri memleketi Kırşehir’den ayrılmadan önce Kırşehir Valisi Necati Şentürk’e veda yazısında bulundu.

Kırşehir basınının güzide temsilcisi duayen Gazeteci Yazar Gamze Boynueğri memleketi Kırşehir’den ayrılmadan önce Kırşehir Valisi Necati Şentürk’e veda yazısında bulundu.

 

Kırşehir basınının medya temsilcisi Gamze Boynueğri Kırşehir’de birçok yerel basın bazında 7 seneden bu yana yer almasıyla birlikte başarısına çıkarmış olduğu iki adet eseri ile başarı kattı.

 

2 sene’dir yazarlıkta aktif bulunan Gamze Boynueğri son kitabı Vasiyet eseri sonrası almış olduğu ani kararla birlikte Turizmin gözde şehri Nevşehir’e yerleştiğini açıkladı. Boynueğri, kültür diyarında kültür’den uzak kalan insanların olduğundan söz ederek, şahsının ve diğer yazardaşlarının arka plana atıldığını ifade etti.

 

Gazeteci Yazar, memleketi Kırşehir’den ayrılmadan önce Kırşehir Valisi Necati Şentürk’e veda yazısı yazarak bazı kurum idarecilerine de ağır bir üslupla sitem etti. Yazar boynueğri, ayrıca Kırşehir’in incisi Çekiç Ali’nin “Sarı yakışmaz mı güzele” adlı parçasını da Vali Şentürk’e kendi kalemiyle yorumladı. Üçüncü eser çalışması “Duruşu Yaralı Adam”ı ise Nevşehir’de kaleme almaktan dolayı da büyük huzur ve mutluluk duyduğunu ifade etti.

 

İŞTE O,SİTEM DOLU YAZI…

“Kalıp kıyafetle, adam adam olmaz” sözleriyle pekiştirmiştim daha öncelerdeki kaleme almış olduğum köşe yazımı. Niçin ve neden yazdığımı bilenler biliyorlardı elbette. Ağızlarının payını da tonlarca çuval çuval sıralanan cümlelerle aldılar. Köşesine geçme zihniyetinde bulunanların göstermiş oldukları nezaketten ötürü ayrıca geciktirme teşekkürlerimi sunuyorum. Kaleme almış olduğum bu köşe yazımda ise alayına gider bil hal edası ve rahatlıyla şimdi yazarım yazarımda onca metinde tek bir sözü anlatıyor Üstatlar aslında, tek bir cümlede. Her zaman ki rumuzum olan “NEŞTERİN UCU” ilk giriş cümlelerini nakış gibi insanlığın fıtratına, zihniyetine, karakterine, haysiyetine, onuruna, şahsiyetine, şerefine, cinsiyet ayrımcılığına, düşünce yoksulluğuna, tecrübe konusuna, hayat gurmesi oldum sananlara ve her ne kadar yaş küçük olursa olsun kadınlık şuuruna, cahillik sendromu olanlara, hayatın fobi yanlarından kaçanlara işlerken diyor ki “ ADAM OLMAKTI ASIL MESELE”…

 

Sussam bir dert bağlar gönlümü Vali babam, susmasam bir dert. Şimdi sen söyle bana dönen bu su değirmenin çarkından ne kadar haberdarsın? Yazarım, çizerim, söylerim tek bildiğim budur. Rabbimin bana sunmuş olduğu hikmetle Elhamdülillah alnımın teri, bileğimin gücü, mürekkebimin hakkıyla ekmeğimin peşine düşmüş giderim evvel Allah. Hangi mesleği nasıl yaparsın bu memlekette iki elini başının arasına alıp düşünme hakkı sunuluyor sana düşün? O vakit, Joker hakkım halen geçerliyse derdimi Vali babama yakınmaktan yana kullanmak istiyorum. Gazeteci dersin şantajcı derler, yazara tokat, sanatçıya dayak atan hem de makam dayağı atan hadsizliğin egosuna gel.

 

Şişirilmiş deri koltukların havasını koltuklarının boylarını kaldıkları yerden aşağı çeksek iner mi ki acaba? Ne vakit’e kadar el sıvazlamalar böylesine devam edecek? Hiç kimse kusura bakmasın ki benim özüme de terstir, kaliteme, kişiliğime, karakterime de. Zaten böylesi bir zihniyet içerisinde

 

olsaydım 7 senedir çabalamalarımın menfaat çıkar ilişkisinin arkasını gütmelerimden, payımın neticesini çoktan almıştım. Kapımı açan şoförüm, merinos yünü yerinde yatağım, masamda bufalo pirzolası ve bir cia ajanı gibi şifreli kelimelerle talimat vererek her üst düzey makamda işlerimi hallettirdiğim adamlarım olurdu. İşlerim anında tıkırında olması için ciğerlerim koşuşturmaktan feryatsın eyleyip efor sarf ederek, oksijen kıtlığı yaşamazdı öyle ya.

 

Deyimi yerinde akşam vakti oluncaya kadar ayaklarıma kara sular misali zap suyunu şefaat eyleyen bendeniz, kendi dairesinde semazen misali dönen Rabbimin garip HİÇ kulu olduğuma göre, demek ki önünü kesilip engellenecek kişi de ben değilim demektir. Benim etimde belli’dir, budumda.

 

El insaf eyleyip de bu kadarda emeğinin, kaleminin hakkıyla bir yerlere gelmeye çalışan ego fukarası sanat deryalarına Türkiye Cumhuriyeti topraklarında bu kadar mısır işkencesi de yapılmaz ki! Konumundaki kişiliğinizle kim? Hangi kaliteyi ispatlama peşine düştünüz ki, Ey Manav Sahipleri pardon!

 

Ey Makam sahipleri, assolistlerin performanslarına eşdeğer taşkıranlık yapıyorsunuz!

 

Makam makam dolaşıp, mevki mevki sırt sıvazlama muhabbetlerine girip, yalandan da olsa birkaç hoş latife söz ederek kişiliksiz ego tatmin etmekten yoruldum.

 

El sıvazlamaktan yoruldum Vali babam duy sesimi! (TABİİ O VAKİTE KADAR BU GÖNÜL İSYAN YAZISINA IRGALANANLAR TARAFINDAN SANSÜR GELMEZSE) Gerçi bunlar benim gelmiş ve geçmekte olan ömrümün özüne ters olan maskeler. Yapmam gereken gereksizlikler yüzünden tarafıma yapılan haksızlıkları hoş görüp, ne yazık ki sindiremiyorum.

 

Bundan aylar öncesi makamınıza geldim. Beni kabul eyleyip, iki çift nefesinizle, sözünüzü bağış ederek latifeyi sohbetinizle bahtiyar eylediniz. Şaşırdınız kaleme aldığım esere ”Bu yaşta ne Vasiyet’i” diyerek, “Anneme manevi Vasiyetimdir” dedim sustum, üstelemedim. Ee tabii unutmamak gerekir ki kapınızı da hiçbir derdim ve sorunum için sizden yüz bulup da aşındırmadım…

 

E benim tok yürekli Vali babam, bir kere olsun açıp şu gencecik, tazecik, ömrünün baharı gül olacağı yerde dikenlerle mücadele eden yazarın altı sayfalık Vasiyeti nedir diye göz atmayı hiç düşünmedin mi? Merak edipte bir kere olsun bu kız acaba ne yazmış? Niçin yazmış? Kimler? Neden bu Vasiyeti yazdırmış okumadın mı? Birde ne güzel latife ediyordun şakayla karışık “Ben incelemeden, onay vermeden nasıl çıkardın bu eseri” diye…

 

Ey benim pehlivan deri yelekli Vali babam, altın rengi işlemeli makamında otururken bana “Kızım bu eserini inceletilmesi için dilekçe ver, komisyon kurulsun demedin mi?” Aylar önce gittim Milli Eğitim Müdürünüzün yanına komisyonun kurulup kitabımın biran önce inceletilmesi için talimatınızın olduğunu gerekli makamlara bizzat ilettim. Çıkan sonuçla akabinde şoka büründüm, ne dilekçeyi onaylayan vardı, ne komisyonu kuran, nede sizin talimatlarınızın yerine yakışır uygulama. Komisyonu kurulmadan sonuçlandırılmış ret cevaplı bir dilekçeyi sıkıştırdılar elime.

 

Valilik Özel Kalemi arıyorum, makamının üzerine taze makam atan makam sahibiniz çıkıyor telefona. Durumu arz etmeye kalmadan kesin sözlerle ırgalıyor benim sabrımı “Ben sana ne diyorum bir senedir gamze, senin bu iş olmaz”. Aylar sonra kırılan hevesim yeşermesine yeşerdi haydi yeniden Bismillah dedikten sonra makam mevki sahiplerine gurur yapmamaksızın kitaba destek randevuları, görüşmeler demeye kalmıyor yine Allah’ın işi bu ya bütçeler sıkıntıya giriyor. Pire oluyor, deve… Sanki

 

pazarlamacıyım ben… Kapılarına gittimse eğer şu yazar ve bilhassa birde şu bayan halimle bir ricada bulunduysam bu kadar kıro, bu kadar da halden anlayışsız odun olunmaz ki ey efendiler!

 

Ümidimin bir boynu kırık, “Sus ve diğer kapıları da dene” dememe kalmadan lise eğitimimi aldığım kardeşlerime bir örnek göstereyim, kitap okumayı sevdireyim, bilinçlendireyim, kayıta değer bir şeyler yapalım derken, İl Milli Eğitim Müdürlüğüne göndermiş olduğumuz dilekçeden bir kez daha ret cevap yiyoruz. Neden ret cevap? Sorumun karşılığı ise dilekçe sonunun rica değil, arz olması gerektiği için olduğu ifade ediliyor. Dizelerimin yeri yerindedir elbette “Hayat yaptı sümbülü diken, şikâyetim sana değildir Ey Yaradan. Akıl vermediğin kulların şikâyetsiz, hatasız ve afsız. Korkarı, bilmem ne olur sonunda bu ar perdesinden aciz halleri…” diye kaleme alsam da kime ne fayda. Yıllardır aynı sunmuş olduğum izin dilekçesine nedir yapılan bu tezatlık gel de çık işin içerisinden. Allah’tan sonunda hatır, naz bilen bir nevi makamında problem oluşturmak yerine tıkalı problemleri kökünden çözen bir babayiğit oturtturmuşsunuzda sonunda gözümüz adam gibi adam gördü sağ olunuz, var olunuz her kurumada böylesi yakışırdı ala. Problem çözüldü, imza günü işlemleri onaya büründü…

 

Anacığımın çok güzel bir sözü vardır elbet özünü bilen bilir bu sözü “Anan sarımsak, baban soğan” der. Şimdi makam mevki aşkı saranlara bir vesselam gönderiyorum.

 

Egonuzu seveyim sizin ananız sarımsak, babanız soğan neyinize sizin bu havanız, bu fiyakanız ve bitmez bu ukalalığınız!

 

Mesele burada dilekçede ki arz, rica konumunu çoktan geçti bile… Evet, olması gerekende budur maddeler gereğince oluruna yakışır da “arz ederim” diyerek bitmesi gereken bir dilekçe olmasıdır. Be canları sağ olasıcalar! Ekmeğinizin ve görevinizin hakkı için oturup durmak yerine bir ulaşın da bilgilendirin.

 

Unutmayınız ki, makama, mevki’ye gelmekle adam olunmuyor… (EMİR VERENLERE DİYORUM) Diplomayı alıp oralara gelmekle, okudum büyük adam oldum demekle de adam olunmuyor ne yazık ki. Karakteri, kalitesi ve kişiliği buna müsait olanlar hariç.

 

Çünkü adam olmak bir öz meselesi diploma değil. Meselenin özüne de halen Fransız kalan makam sahipleri olduğu düşüncesini varsayarak devam ediyorum…

 

Akıl yaşta değil, başta hesabı. Her duamın sonuna eklediğim bu güzel duayı, adam oldum sananların da yer vermelerini ümit ediyorum. “Ey benim güzel Rabbim, kendini bilmezlerin şerrinden, arsızın gölgesinden sana sığınırım. Yolumu açıp, Künfe Yekün dediğin vakitte beni yolumdan şaşırtma, özümden alma ve beni boşboğazların eline, diline düşürecek hale koyup, SONRADAN GÖRME eyleme Yarabbi. Âmin”.

 

“Kesme su içen ne arının ne yılanın suyunu, sokmaz seni sen yolunda düz gittikçe” dedim kaleme yanlış söz mü ettim acep deyip de, yokladım bendimi.

 

Ah Vali babam, meğer ben ne kendini bilmezlere düğme ilikleyip, bin latifesi şah kelamlar etmişim. Kulaklara inci sözler, dillere hurma tatlı sözler, kuşandığım kalemimi yerden yere vurup mürekkebimle, nefesimi heba edip, boşa tüketmişim. Beş kuruşun üzerine koyarsan on kuruş sanmazlar etti yüzeli kuruş, tepene çıkarıp arkandan kırk çalanları makama, mevki’ye sultan âlime, bilgine de soytarı ettin Ee Valim.

 

Adamına göre muamele yaptıklarını da elbette unutmamak gerek. Ey egosu yerden yüksek zatlar kendi memleketimin topraklarında ikinci sınıf vatandaş muamelesi göstermeniz yaptığınız ayıbın en büyük kanıtıdır. Sadece bana değil, Kırşehir’in bir türlü öne çıkamayan Kültür Deryalarına. Ceketlerinizin kenarlarına taktığınız ay yıldızlı şeref rozetini ne kadar hak ederek taktığınız da koca bir alışagelmiş soru işareti, en iyisi bu sözlerimi de es geçin gitsin.

 

Makam mevki şarlatanlarından şuna birisi açıklık getirsin, adamına göre mi muamele yapıyorsunuz? Dış görünüşe göre mi? Yoksa Mesleğinde isim yapmışa mı? Ey yaptığı ayıbı görmemezlikten gelirim zanneden makam sahibi, sende Facebook hesabına girip sörf yapacağına sana yapmış olduğum üç cevapsız çağrılarıma bir zahmet cevap ver. Yeşil tuşuna basta, derdin nedir anlayalım.

 

Ama bir bakımdan çok doğru değil mi? Bizde hoşgörüde çok, hatır nazda ama sizde şükran ne gezer, minnet ne gezer. Varsa yoksa zillet varsa yoksa riyakârlık… Etme bulma dünyası elbette bunların hepsi, önümü kesen hiçbir makam kurnazlarına ve hakkımı yiyen hiçbir kürkçü dükkânına hakkımı helal etmiyorum… Alma mazlumun ağını çıkar aheste aheste demişler… Allah ümidimin boynu kırık yerdeyken kapısını, sofrasını, penceresini açık tutan Kırşehir’deki birçok esnaf hemşerilerimden razı olsun… Kazandıkları kazançların binini bin eylesin… Demek ki bu devirde esnaf demek insan demekmiş, halden anlayan can yongası demekmiş, geri kalan makam mevkiler ise içi boş, fasa fiso kuru kuru gada alan laf salataları imiş…

 

Ey Vali babam uzun lafın kısası şu’dur ki, Allah’ıma emanet ol… Rabbim makamında seni müdafaa etsin... Gönlün Firdevs ırmakları gibi her daim engin, babalığın hoş olsun, var olsun… Ben bu kalemimle, bileğimin gücüyle, onca çalışmamla helaliyle hoş emeğimin hakkını kazanıp da kendi memleketimde baş edip, yer edinemedim… Allah bilir ya, gün geldiğinde kendini bilmezin biri başına kabağı patlatıp, işin faturasını sana yükleyecek işler yapmaz İnşaALLAH… Neşet Ustam boşa gitmemiş derdim de klişe laf ederdim zannederlerdi… Ey lafı boşa konuşmadığım, yakındığım sohbet kelamlarım bu lafımın özüne gelin… Gün ola, devran döne, kervan yürüye… Şimdi Memleketimizin unutulmaz değerlerinden olan Çekiç Ali’nin “Sarı yakışmaz mı güzele”parçasını sana yaptığım yorumuyla bir ben giderim Vali babam, birde kalemim yazarlığımı bırakırda giderim…

 

Yeşil Vasiyet yakışmaz mı yazara

Kalemimin ucu köreldi döndü meşeye

Ey Vali babam, ben gidiyom sen yazarını tazele

Al da beni Vasiyetten Sükûta çal Valim

Oy Valim oy Valim

Memleket köşelerinde bıraktım kalemi

Ne yazarlığım kaldı nede gazeteciliğim

O dillerine de olayım vay yazarın

Alda beni Vasiyetten Sükûta çal Valim

Oy Valim Oy Valim.

 

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve lalehaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.