Kapadokya Üniversitesi
NEMS
İmran Ünal Er
Köşe Yazarı
İmran Ünal Er
 

Eskişehir Ağlıyor

Ne kadar efsunlu gelir ilk gittiğim şehirler. Eskişehir’de benim için efsunluydu. Güvenilir sokaklarını arşınlamış. Mağazalarına dalmış hafif gece hayatının olduğu caddelerde dolanmıştım. Büyülüydü, başka bir yerdi Eskişehir. Özgürlüğün ve kültürün başkentiydi. İlim yuvası ve bilinçli insanların yuvalandığı bir Venedik’ti… Derken ikinci kez gittim bu yıl. Sanırım bir şehre ikinci kez ayak bastığınızda daha derinlerine iniyor, irdeliyor, yargılıyorsun. Her şey güzel başlamıştı. Donas yemeden olmazdı, Porsuk’ta turladık. Tadını çıkarmalıydık, vakit vardı şehri talan etmek için, birde yanımda Eskişehir’i didik didik bilen  hayat rehberim eşim.   Gece canlı müzik için mekân arayışına girdik. Birçok temiz mekân kapanma noktasına gelmiş. Canlı müzik yok. Mecbur istikamet barların olduğu o caddelerin yolunu tuttuk. Gördüğüm manzaralar hala içimi ürpertiyor. Anlık kan donmaları yaşıyorum. Daha sokağın başından anladığım durumun içine dalıp daha da analiz etmek istedim. Zor oldu elim temiz bir canlı müzikli mekân bulmak. Caddede adım attıkça silinmiş gençliğin hayretler veren hallerini izledim.  Ya satanist ya anarşist ya feminist ya da hayat felsefesinin çok dışında kılık kıyafetle barlardan adeta taşıyorlardı caddeye.  Ne olduklarını bile bilmiyorlardı. Sadece orada ben buradayım deme çabasıyla giyinmiş gelmişlerdi içinde olmadıkları durumlara!  Mekâna girdik, sünepe gibi köşelere oturduk ve duvar dibine yaklaştım daha iyi açı alıp herkesi görebilmek için. Ardımızdan iki genç girdi otuzlu yaşlarda. Mekândaki öğrencilerden yaş ve durum olarak farklıydılar. Açıkçası kıro tiplerdi. Yaklaşık bir saat boyunca mekândaki bütün kızları takibe aldılar, yaklaşmaya çalıştılar. Maalesef kıro kimlikleri herkesi itmişti. Kızlar uyanık akıllıydı, tarz ve zengin olmalıydı, kırolara prim yoktu. Bir içkiye dakikasında samimiyet kuran aşırıya kaçık giyimli kızlar ortalara kendini atıp dans ediyorlardı feci bir baş döngüsüyle. O kıroların ağızlarının salyalarını akıtarak ortalığı süzmesi midemi bulandırıyordu. Gecenin sonunda dinlediğim müzikleri bile hatırlamıyorum. Tek hatırladım o kıroların komik bir şekilde mekân müzisyenlerine asıldığıydı ‘’müzisyenler erkek’’!!!.   Mekândan çıktık saat gece iki buçuk üç şimdide caddelere serilmiş kalmış gençler sızmışlar. Bir erkek iki kızı elinden tutmuş caddenin sonundaki ana yola doğru sürüklüyor. Kızlar sarhoş. Kızların ağzından çıkan cümleler ki küfür değil beni kadınlığımı terk ettirtecek cinstendi. Caddenin sonuna kadar güç bela götürdü elinden kaçırdığı anda kızlar yanlardaki başka masalara yönelip insanların üstüne gidiyordu.  Travma gibi bir geceydi. Ertesi sabah Eskişehir’e olan sevgimi bitik hissederek uyandım. Basıp gitmek, belki de kaçmak geliyordu içimden. Erken bir saatti. Porsuk çayına gittik. Evet, hayat geri dönmüştü. Dün gece ki gençler hiç bilmedikleri evlerde içkinin etkisiyle hala uyanmamışlardı. Porsuğun etrafında turla gelen insanlar biraz şirin gözüküyordu derken belediye işçilerinin hummalı çalışmaları gözüme takıldı. Aceleleri vardı. Turlar gelmişti. Gün doğmuştu. Porsuk temizlenmeliydi. Caddeler toparlanmalıydı. Neden mi? Dün gece porsuk etrafında gençler içmiş-sıçmış-kusmuş-çekirdek yemiş ama çöpleri yirmi metre öteden gözükecek halde bırakıp gitmişlerdi. Evet,  Eskişehir’e bir çirkin el kocaman bir çark getirmiş gençliğin orta yerine bırakmış. O çark öyle dönüyor ki kapılmamak, aldanmamak çok zor. Çarkın göbeğinde keskin kocaman bıçaklar var. O çarkın yakıtı da gençler. Anlatılacak o kadar iğrenç ayrıntı var ki ben makaslıyorum sürekli dilimi, beynimi ve yazımı. Birileri dur demeli gecelik ilişki görgüsüz insanların kendine kimlik bulup gece hayatında yer edinmeye çalışması, av peşinde olanların bu gencecik kızları oltasına takması, aşırılık derecesine gelmiş ve piyasası öğrenciler olan eğlence hayatı. İşin garibi çoğu da çocuğum okusun diye varıyla yokuyla destek olan ailelerin çocukları.  O geceden sonra basıp gitmek istedim ve artık sevemiyorum Eskişehir’i. O sistemi besleyen, göz yuman ve çanak tutan her kimse Eskişehir ağlıyor. Kahvaltıda yediğim meşhur çiğ börek bile beni tatmin etmemişti. Tramvaylar geçiyordu, güvercinler vardı, hayat güvendeydi ama artık hislerim çirkinleşmişti. Beklemenin âlemi yoktu. Gitmeliydik acilen. Gittik… ‘’Bir şehri güzel yapan ne iklimi ne güzelliği, Bir şehri şehir yapan edebi, namusu ve gençliğidir…’’
Ekleme Tarihi: 15 Haziran 2017 - Perşembe

Eskişehir Ağlıyor

Ne kadar efsunlu gelir ilk gittiğim şehirler. Eskişehir’de benim için efsunluydu. Güvenilir sokaklarını arşınlamış. Mağazalarına dalmış hafif gece hayatının olduğu caddelerde dolanmıştım. Büyülüydü, başka bir yerdi Eskişehir. Özgürlüğün ve kültürün başkentiydi. İlim yuvası ve bilinçli insanların yuvalandığı bir Venedik’ti… Derken ikinci kez gittim bu yıl. Sanırım bir şehre ikinci kez ayak bastığınızda daha derinlerine iniyor, irdeliyor, yargılıyorsun. Her şey güzel başlamıştı. Donas yemeden olmazdı, Porsuk’ta turladık. Tadını çıkarmalıydık, vakit vardı şehri talan etmek için, birde yanımda Eskişehir’i didik didik bilen  hayat rehberim eşim.

 

Gece canlı müzik için mekân arayışına girdik. Birçok temiz mekân kapanma noktasına gelmiş. Canlı müzik yok. Mecbur istikamet barların olduğu o caddelerin yolunu tuttuk. Gördüğüm manzaralar hala içimi ürpertiyor. Anlık kan donmaları yaşıyorum. Daha sokağın başından anladığım durumun içine dalıp daha da analiz etmek istedim. Zor oldu elim temiz bir canlı müzikli mekân bulmak. Caddede adım attıkça silinmiş gençliğin hayretler veren hallerini izledim.  Ya satanist ya anarşist ya feminist ya da hayat felsefesinin çok dışında kılık kıyafetle barlardan adeta taşıyorlardı caddeye.  Ne olduklarını bile bilmiyorlardı. Sadece orada ben buradayım deme çabasıyla giyinmiş gelmişlerdi içinde olmadıkları durumlara!  Mekâna girdik, sünepe gibi köşelere oturduk ve duvar dibine yaklaştım daha iyi açı alıp herkesi görebilmek için. Ardımızdan iki genç girdi otuzlu yaşlarda. Mekândaki öğrencilerden yaş ve durum olarak farklıydılar. Açıkçası kıro tiplerdi. Yaklaşık bir saat boyunca mekândaki bütün kızları takibe aldılar, yaklaşmaya çalıştılar. Maalesef kıro kimlikleri herkesi itmişti. Kızlar uyanık akıllıydı, tarz ve zengin olmalıydı, kırolara prim yoktu. Bir içkiye dakikasında samimiyet kuran aşırıya kaçık giyimli kızlar ortalara kendini atıp dans ediyorlardı feci bir baş döngüsüyle. O kıroların ağızlarının salyalarını akıtarak ortalığı süzmesi midemi bulandırıyordu. Gecenin sonunda dinlediğim müzikleri bile hatırlamıyorum. Tek hatırladım o kıroların komik bir şekilde mekân müzisyenlerine asıldığıydı ‘’müzisyenler erkek’’!!!.

 

Mekândan çıktık saat gece iki buçuk üç şimdide caddelere serilmiş kalmış gençler sızmışlar. Bir erkek iki kızı elinden tutmuş caddenin sonundaki ana yola doğru sürüklüyor. Kızlar sarhoş. Kızların ağzından çıkan cümleler ki küfür değil beni kadınlığımı terk ettirtecek cinstendi. Caddenin sonuna kadar güç bela götürdü elinden kaçırdığı anda kızlar yanlardaki başka masalara yönelip insanların üstüne gidiyordu.  Travma gibi bir geceydi. Ertesi sabah Eskişehir’e olan sevgimi bitik hissederek uyandım. Basıp gitmek, belki de kaçmak geliyordu içimden. Erken bir saatti. Porsuk çayına gittik. Evet, hayat geri dönmüştü. Dün gece ki gençler hiç bilmedikleri evlerde içkinin etkisiyle hala uyanmamışlardı. Porsuğun etrafında turla gelen insanlar biraz şirin gözüküyordu derken belediye işçilerinin hummalı çalışmaları gözüme takıldı. Aceleleri vardı. Turlar gelmişti. Gün doğmuştu. Porsuk temizlenmeliydi. Caddeler toparlanmalıydı. Neden mi? Dün gece porsuk etrafında gençler içmiş-sıçmış-kusmuş-çekirdek yemiş ama çöpleri yirmi metre öteden gözükecek halde bırakıp gitmişlerdi.

Evet,  Eskişehir’e bir çirkin el kocaman bir çark getirmiş gençliğin orta yerine bırakmış. O çark öyle dönüyor ki kapılmamak, aldanmamak çok zor. Çarkın göbeğinde keskin kocaman bıçaklar var. O çarkın yakıtı da gençler. Anlatılacak o kadar iğrenç ayrıntı var ki ben makaslıyorum sürekli dilimi, beynimi ve yazımı. Birileri dur demeli gecelik ilişki görgüsüz insanların kendine kimlik bulup gece hayatında yer edinmeye çalışması, av peşinde olanların bu gencecik kızları oltasına takması, aşırılık derecesine gelmiş ve piyasası öğrenciler olan eğlence hayatı. İşin garibi çoğu da çocuğum okusun diye varıyla yokuyla destek olan ailelerin çocukları.  O geceden sonra basıp gitmek istedim ve artık sevemiyorum Eskişehir’i. O sistemi besleyen, göz yuman ve çanak tutan her kimse Eskişehir ağlıyor. Kahvaltıda yediğim meşhur çiğ börek bile beni tatmin etmemişti. Tramvaylar geçiyordu, güvercinler vardı, hayat güvendeydi ama artık hislerim çirkinleşmişti. Beklemenin âlemi yoktu. Gitmeliydik acilen. Gittik…

‘’Bir şehri güzel yapan ne iklimi ne güzelliği, Bir şehri şehir yapan edebi, namusu ve gençliğidir…’’

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve lalehaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.