Maddeyi hayatına oyuncak yapanlar gerçek hayata dokunamıyorlar. Sonra mı? Gerçekten hüsran, gerçekten yok oluş hikayesi…
Kişiliğini bulamadan maddeyle mutlu olmayı öğrenenlerin hazin öyküsü bu. Aileden gelen bir öğreti belki de, en iyisi benim çocuğumda ve çok oyuncak karmaşası çocuklarımızın beyaz dünyasına bir parmak kara çalıyor aslında. Geleceğini parçalıyoruz bilinçsiz ödül ve armağanlarla.
Sonra çocuk sanıyor ki gerçek mutluluk “elde etmek”tir. Sahip olmak adına her yolun mubahlaştığı bir bilinçaltıyla dalıyor hayatın orta yerine. Sevdiği işten ziyade en iyisini elde edeceği işe odaklanıyor. Ve kolay para yolunu yağlı kapı olarak görüyor. Kızlar zengin erkek kalıbından çıkamıyorlar. Maddeye olan aşklarını ateşleyen zengin ya da geleceği parlak erkek furyası gözlerini kamaştırıyor. Sonrasında kocaman bir çöplük gibi yutmaya başlıyor her şeyi. Doymuyor, daha çok, daha çok, daha çok, daha çok derken çarptığı o kocaman hiçlik duvarı, söküp atıyor kurduğu içi boş mutlulukları. Büyük yıkım başlıyor, hayatında kurduğu gece kondu mahallesinde.
İlk eylem sahip olduğu her şeyi terk etmek oluyor. Kendisini maddeye tercih etmiş bir insan tüm insanlığı terk etse kaç yazar. Kendini dipsiz kuyularda cezalandırırken çıkış yolu bulamıyor, çünkü hayatı boyunca maddeye tapmış biri olarak güçlü ve güçsüz yönlerinden bihaber.
En çok ürktüğüm tablodur önüne oyuncak yığılmış çocuklar. O manzarayı görür görmez önümde bir film şeridi dönmeye başlar. Beynimde olacakların fırtınası ve o son sahne dikilir karşıma, dipsiz karanlık kuyuda ki acı çeken ruhlar. Bu yüzden geri kalmamız, ilerleyemememiz herkesin iyi bir yere kapak atma mücadelesi. Alın terini sadece başkalarının paralarıyla şezlonglarda atanlar bizim geleceğimizin katilleri. Birilerinin üzerinden geçinmeyi kendine hedef edinmiş parazit sürüsü yetiştirmeyin.
Kendi alın terini silmeyi öğretin. Tabi ki bunlar istisna birde sonradan olanlar var. Halk arasındaki sonradan görme diye hitap edilenler. Onları kalemime dahi değdirmiyorum, kirlenmesin diye...