Tutarlılığını yitirmeyecek tek önerme olarak kabul edilen, Heraklitos’un‘değişmeyen tek şey değişimin kendisidir’ ifadesine ne çok ihtiyaç duyduğumuz bir dönemdeyiz. Buna karşın hala değişimden korkan ve bunu kendisine dahi itiraf etmekte zorlanan insanlar ile karşı karşıya kalmaktayız. Bir de değişime her koşulda ayak uydurmak için can atan, değişimi kimi zaman zaaflarına yenik düşerek, kimi zaman da çevreye uyum sağlamak için zorunlu bir ihtiyaç olarak görenler var. Her iki durumda da insan hep arada kalan bir konumdadır.
Bir Hint masalına göre, kedi korkusundan devamlı endişe içinde yasayan bir fare vardır. Büyücünün biri fareye acır ve onu bir kediye dönüştürür. Fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde bu kez de köpekten korkmaya baslar. Büyücü bu kez onu bir kaplana dönüştürür. Kaplan olan fare, sevineceği yerde avcıdan korkmaya baslar. Büyücü bakar ki, ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye imkân yok. Onu eski haline döndürür. Ve der ki,“Sen cesaretsiz ve korkak birisin. Sende sadece bir farenin yüreği var. O yüzden ben sana yardım edemem.”
Şimdi burada değişmesi gereken asıl şey nedir? Bizlerin büyücü olarak görmek istediğimiz şey egomuzdur aslında. Bilinç altında yatan ve bir şekilde yüzeye çıkmak için sabırsızlanan bastırılmış, doyum bekleyen düşünce ve duygularımızın egomuzun bir okus pokusla istediğimiz şekle dönüştürmesini beklemekteyiz. Minik bir farenin yüreğini taşıyan aslan görünümlü insanların düşünmekten korktuklarına çoğu zaman şahit olmuşuzdur. Çünkü, düşünmek bazen acı çekmeyi, sorumluluk almayı, cesaret edebilmeyi ve her şeyden önemlisi dik durabilmeyi gerektirir. İnsan, gerçek düşünce ve hissiyatı ile yüzleşmekten korktuğu zaman düşünmek istemez. Duyacağı pişmanlık ve vicdan hesaplaşması nedeniyle bu şekilde duygusunu baskılaması işine gelir. Çünkü; insan kendi düşüncelerinden kimi zaman utanır.
Kişilik dediğimiz şeyin bireyde oluşması için, önce kişinin kendisi ile ilgili gerçekleri kabullenmesi ve içselleştirmesi gerekir. Kendini gerçek anlamda tanıyan insan ne düşünmekten ne de değişimden korkmaz. Bunu başaramayan insan. her daim başkalarının fikirlerinin yansımasından ibaret olarak kalmaya mahkumdur. Yabancılaştığı bu sahte benliği seyretmeye başlar. Çevrenin üzerimizde uyguladığı etkiyi yok ettiğimizde kendimizle ilgili korkularının da zamanla yok olduğunu farkına varırız. İşte bu noktada karakterin özünde bulunmasını istediğimiz bir güç hayal ederiz. Bu güç, öyle maddiyatla ya da fiziksel olarak tarif edilen bir güç değildir. Bu güç, olaylar karşısındaki tavrımızı tanımlayan ‘duruş’umuzu oluşturur. O zaman, düşünmek- değişmek ve güç….
Biz düşünmekten ve eyleme geçmekten korktuğumuz sürece, bize toplumun öngördüğü roller ile yaşamaya devam ederiz. Bir aslan olarak sürekli miyavlayan bir iç sesi ile karşılaşmaktan korktuğumuz avcılara yerimizi belli ederiz.
Belirsizliğin bir ürünü olan korkularımızın düşünme eylemine engel olmaması dileğiyle….