Şimdi bize ne lazım?
Kuşkusuz hepimiz art arda gelen talihsiz olaylardan dolayı hem üzgün hem de motivemizin tükendiğini hissediyoruz. Zihnimizde binlerce soruya kendi savunma mekanizmamıza uygun cevaplar vererek ayakta durmaya çalışıyoruz.
Her şey üst üste geldiğinde bazen olmadığımız kadar cesur da olabiliyoruz. Çünkü; kaybedecek bir şey kalmadığında, kaygı ve endişe de ortadan kalkar. Önemli olan bu istemsiz cesaretin bizi telafisi olmayan sonuçlara götürmemesidir.
“Allah bir kulunu sevindirmek isterse önce devesini kaybettirir, sonra buldurur.” Sözünün rehberliğiyle düşürsek; elimizde olan, fark etmediğimiz şeylerin farkına varmamız için verilen musibetler olarak düşündüğümüzde içimiz biraz daha soğuyabiliyor. Kaybedilen her şey gerçekten bulunuyor mu peki? Belki de bu arayışta kendimizi buluyoruz farkında bile olmadan.
İnsana ölümün veriliş hikayesini biliyor musunuz?
“Allah ölümü önce dağlara vermiş. Dağlar bu acıyı taşıyamamış yıkılmış. Ardından nehirlere vermiş, nehirler ağlamaktan kurumuş. Daha sonra rüzgarlara vermiş, rüzgarlar da hiç durmadan esip tüketmiş kendini. Sonunda hepsi bir olup; ‘Allah’ım al bu acıyı bizden, biz buna dayanamıyoruz.’ demişler. Ve daha sonra ölüm Allah tarafından insana verilmiş. İnsan ilk anda ölümün verdiği acı ile ağlamaktan helak olmuş. Ama aynı anda yakınında olan başka bir şeye de gülümseyivermiş. Aradan biraz zaman geçince acısı sürse de hayatına devam etmiş. İşte o zaman anlaşılmış ki, ölümü insandan başka hiçbir varlık kaldıramaz.
Peki ya şimdi? Yaşadığımız kayıplar ve ardındaki üzüntülerin açtığı yaraların en çok neye ihtiyacı var, hayata kaldığı yerden devam etmemiz için bize en çok ne lazım?
Şüphesiz, ölüm kayıpların en somut ve en acı olanıdır Ölüme karşı verdiğimiz tepkilerin çoğunu farkında olmayız. Yas tutma dediğimiz duygu durumu, sadece ölüme karşı verilen bir tepki değildir oysa. Yas tutma herhangi bir yitime verdiğimiz psikolojik bir cevap ve iç dünyamız ile gerçeklik arasında uyum sağlayabilmemiz için yaptığımız bir şeydir. Aslında kişi, hayatına normal ve sağlıklı devam etmek için yasını tutmalı ve bu süreci tamamlamalıdır.
Hiç olmadığı kadar, tanıdıkları ve kendisini dinleyen insanlarla vakit geçirmelidir. Duygularını dışa vurmalı, çevresindeki insanlarla yaşadığı kayıpla ilgili konuşmalı ve bu duygusunu saklamaya çalışmamalıdır. Hayatın devam ettiği gerçeğini kabulleniş zor ve zaman alsa da geçmişe değil geleceğe bağlı kalmalıdır. Kayıpla yüzleşmekten kaçınmak kişinin hayatında büyük bir değişiklik yapmasına neden olur. Örneğin, iş değiştirmek, tekrar evlenmek, hemen yeni bir çocuk dünyaya getirmek gibi. Kişi kendisine zaman tanımalı ve öncelikle kaybı kabullenip hayatına devam etmelidir. Kendini yeniden bulmaya ne kadar da ihtiyacı vardır kişinin…
Çocuklar ise bu süreçte genellikle, hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalışır, bazen de aşırı reaksiyon gösterebilirler. Bu noktada çocuğun gelişim seviyesine uygun olarak, kayıpla ilgili farklı faktörlerin ön plana çıkacağını ve zihninde değişik soruların uyanacağını göz önünde tutmak gerekir. Yetişkinin bu nokta da işi zor olsa da, tüm inancı ve umuduyla önce kendine sonra da çocuğa sarılmalıdır.
Toplumumuzda olayları sürekli hatırlatmaya yönelik sorular soran meraklı tanışların ise bu süreçte mümkün olduğunca bizden uzak durması gerekmektedir.
İnsan sağlık, huzur ve güvenden başka ne isteyebilir ki? diyoruz, ama hala daha fazlasını elde etmek için sevdiklerimizi ihmal ediyoruz. Binbir çaba ile alınan, lüks eşyalarla döşediğimiz ve çoğu zaman bununla etrafımızla yarış haline girip şükürden uzaklaştığımız, o çok övündüğümüz materyallerimizin keyfini dahi çıkaramıyoruz. Hep daha fazlası. Kimedir bu gösteriş, kimedir bu kibir? Bizi ,ailemizden, çocuklarımızdan ve kendimiz olmaktan alıkoyan şey nedir?
Doymak bilmeyen nefsimiz ve büyümek isteyen egomuz…..
Hz. Mevlana’nın dediği gibi; “Hayat bir uykudur, ölünce uyanır insan. Sen erken davran, ölmeden önce uyan.”