Kapadokya Üniversitesi
NEMS
Neslihan Atmaca
Köşe Yazarı
Neslihan Atmaca
 

HİSSEDEBİLDİĞİN KADAR İNSANSIN

    Hissedebilmek, insan olabilmektir. İnsanlar arasındaki sınırsız farklılığı da yaratan şey hissedilen duygulardır. Hayata bakış açımızı anlamlandırmaya yardımcı olur. Duygular, silinmesi ya da inkar edilmesi gereken şeyler değildir. Aksine; ifade edebildiğimiz sürece davranışlarımızı dengede tutabilmemizi sağlayan şeylerdir. Bazı insanlar çok duygusal oldukları için eleştirilirler. Hatta akılla hareket etmenin daha doğru olduğunu savunanlar da vardır. Oysa insan, duygularından bağımsız halde düşünülemez. Aklın yolu birdir belki ama duygu çeşitliliğinin farklı olması bizi tanımlamaz mı? O halde önemli olan duygusuzluğu savunmak yerine, onları kendi menfaatimiz doğrultusunda kullanmak olmalıdır. Ancak bu şekilde kendi içimizde bir denge oluşturmak mümkündür. Endişe ediyorsak, önce bunun nedenini sorgulamalıyız. Duygularımızdan korkmak, utanmak yerine neden bu şekilde htiğimizi bulmak kendimizi de keşfetmemize yardımcı olur. Akıl, duygulara şekil verme konusunda devreye giren, ya da çiğ halde olan duyguyu pişiren bir araçtır. Salt akılla hareket eden insanlar belki yapılan hataların azlığı ve çekilen duygusal acının yokluğu ile övünürken; tadılması gereken birçok duyguyu da iteklemiş olur. Duygularını ön planda tutan insanlar, hayatı deneme yanılma yöntemi ile yaşarken, mantık diye ısrar edenler, her şeyi zihinlerinde yaşarak, gerçek duygularını bastırarak, sadece olmayı istekleri kişiyi dışarıya gösterirler. Aslında gerçek çok daha farklıdır. Genelde karşı tepki gösterme olarak tanımlanan savunma mekanizmasını kullanırlar. Olan değil de; olması gereken durumu karşı tarafa yansıtmaya çalışarak, aslında ne kadar da zayıf olduklarına dair de örtük bir duygunun mesajını iletmiş olurlar. Güçlü görünmek istemek ile olmak arasındaki ayrıma bu kadar takılmak ‘an’ı yaşamayı her daim engeller. Duygularını saklamayan insanlar acıyı da, kederi de, hayal kırıklığını da, sonuna kadar yaşadıkları için daha güçlü ve dirençli hale gelirler. Mantık her zaman rasyonel masaya oturtmaz bizi. Giderek bencil bir dünya oluşturmamıza neden olabilir. Kendimizi sürekli kısıtlamak zorunda kaldığımız için içimizde esas olan duyguları yoğun şekilde yaşamayız. Olayları sürekli analiz etmeye çalışmak, bir yerden sonra zihnimizi yormaya başlamakla beraber ruhsal olarak da yıpranmamıza neden olabilir. Gerek sevdiğimiz insanlara kendimizi ifade derken, gerek sözlü çatışmalarla karşı karşıya kaldığımızda duygularımızı bastırmak yerine sadece soru sorarak denge kurmayı denersek ideal olanı seçmiş oluruz. Çok yoğun hissediyorsak, karşımızdakinin çirkinleşeceğini düşündüğümüz an, geri çekilmek, ‘şimdi değil’ diyerek daha makul davranabiliriz. Çünkü, çirkinleşen insan, daha fazla acı çekendir. Ne hissediyorsanız onu yansıtın. Kontrollü, dengeli ama gerçek olanı…Görünenin arkasındaki asıl olanı anlamak hiç zor değildir. Sürekli aynı konu üzerinde durmak; seviyor gibi davranmak, acımıyor gibi davranmak, üşümüyor gibi davranmak, hep hak talep etmek, haksızlıktan bahsetmek, mutlu olduğunu yinelemek, takmıyorum havası vermektir aslında. ‘Ben tam da tersine mahkumum.’ demektir. Kendinizi olmayan bir duyguya inandırmak yerine, yüzleşip, hissedilen şeyi tanımlamak daha doğru olacaktır. Unutmayın porselen makyaja ihtiyacımız olan tek yer davetlerdir. Naturel olunan zamanlar, kül kedisinin evindeki zaman dilimidir. Gece yarısında bal kabağına dönüşen ne bir arabayı ne de öpünce prens olmuş bir kurbağayı yaratmaya gerek yok… Aynanın karşısına geçip, kendimizi her şeyimizle kabul edip sevdiğimizi söylemek yeterli. Çünkü, hisseden sensin.. VE HİSSEDEBİLDİĞİN KADAR DA İNSANSIN.
Ekleme Tarihi: 17 Ocak 2022 - Pazartesi

HİSSEDEBİLDİĞİN KADAR İNSANSIN

 

 

Hissedebilmek, insan olabilmektir. İnsanlar arasındaki sınırsız farklılığı da yaratan şey hissedilen duygulardır. Hayata bakış açımızı anlamlandırmaya yardımcı olur. Duygular, silinmesi ya da inkar edilmesi gereken şeyler değildir. Aksine; ifade edebildiğimiz sürece davranışlarımızı dengede tutabilmemizi sağlayan şeylerdir.

Bazı insanlar çok duygusal oldukları için eleştirilirler. Hatta akılla hareket etmenin daha doğru olduğunu savunanlar da vardır. Oysa insan, duygularından bağımsız halde düşünülemez. Aklın yolu birdir belki ama duygu çeşitliliğinin farklı olması bizi tanımlamaz mı? O halde önemli olan duygusuzluğu savunmak yerine, onları kendi menfaatimiz doğrultusunda kullanmak olmalıdır. Ancak bu şekilde kendi içimizde bir denge oluşturmak mümkündür. Endişe ediyorsak, önce bunun nedenini sorgulamalıyız. Duygularımızdan korkmak, utanmak yerine neden bu şekilde htiğimizi bulmak kendimizi de keşfetmemize yardımcı olur. Akıl, duygulara şekil verme konusunda devreye giren, ya da çiğ halde olan duyguyu pişiren bir araçtır. Salt akılla hareket eden insanlar belki yapılan hataların azlığı ve çekilen duygusal acının yokluğu ile övünürken; tadılması gereken birçok duyguyu da iteklemiş olur. Duygularını ön planda tutan insanlar, hayatı deneme yanılma yöntemi ile yaşarken, mantık diye ısrar edenler, her şeyi zihinlerinde yaşarak, gerçek duygularını bastırarak, sadece olmayı istekleri kişiyi dışarıya gösterirler. Aslında gerçek çok daha farklıdır. Genelde karşı tepki gösterme olarak tanımlanan savunma mekanizmasını kullanırlar. Olan değil de; olması gereken durumu karşı tarafa yansıtmaya çalışarak, aslında ne kadar da zayıf olduklarına dair de örtük bir duygunun mesajını iletmiş olurlar. Güçlü görünmek istemek ile olmak arasındaki ayrıma bu kadar takılmak ‘an’ı yaşamayı her daim engeller.

Duygularını saklamayan insanlar acıyı da, kederi de, hayal kırıklığını da, sonuna kadar yaşadıkları için daha güçlü ve dirençli hale gelirler.

Mantık her zaman rasyonel masaya oturtmaz bizi. Giderek bencil bir dünya oluşturmamıza neden olabilir. Kendimizi sürekli kısıtlamak zorunda kaldığımız için içimizde esas olan duyguları yoğun şekilde yaşamayız. Olayları sürekli analiz etmeye çalışmak, bir yerden sonra zihnimizi yormaya başlamakla beraber ruhsal olarak da yıpranmamıza neden olabilir.

Gerek sevdiğimiz insanlara kendimizi ifade derken, gerek sözlü çatışmalarla karşı karşıya kaldığımızda duygularımızı bastırmak yerine sadece soru sorarak denge kurmayı denersek ideal olanı seçmiş oluruz.

Çok yoğun hissediyorsak, karşımızdakinin çirkinleşeceğini düşündüğümüz an, geri çekilmek, ‘şimdi değil’ diyerek daha makul davranabiliriz. Çünkü, çirkinleşen insan, daha fazla acı çekendir.

Ne hissediyorsanız onu yansıtın. Kontrollü, dengeli ama gerçek olanı…Görünenin arkasındaki asıl olanı anlamak hiç zor değildir. Sürekli aynı konu üzerinde durmak; seviyor gibi davranmak, acımıyor gibi davranmak, üşümüyor gibi davranmak, hep hak talep etmek, haksızlıktan bahsetmek, mutlu olduğunu yinelemek, takmıyorum havası vermektir aslında.

‘Ben tam da tersine mahkumum.’ demektir. Kendinizi olmayan bir duyguya inandırmak yerine, yüzleşip, hissedilen şeyi tanımlamak daha doğru olacaktır. Unutmayın porselen makyaja ihtiyacımız olan tek yer davetlerdir. Naturel olunan zamanlar, kül kedisinin evindeki zaman dilimidir. Gece yarısında bal kabağına dönüşen ne bir arabayı ne de öpünce prens olmuş bir kurbağayı yaratmaya gerek yok…

Aynanın karşısına geçip, kendimizi her şeyimizle kabul edip sevdiğimizi söylemek yeterli.

Çünkü, hisseden sensin..

VE HİSSEDEBİLDİĞİN KADAR DA İNSANSIN.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve lalehaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.