"Yeryüzünde bizi ne beklerse beklesin, insanoğlu doğdukça ve öldükçe, insanoğlu yaşadıkça, hak ve doğruluk denen şey de var olacaktır." (Cengiz Aytmatov) İster kabul edelim, ister etmeyelim. Görmezden gelsek de, düşünmek istemesek de, inkar etsek de "HAK" yerini bulmaya, adalet de tecelli etmeye mahkumdur. Çok değişik şekilde çıkar karşımıza. Bazen işlerimiz yolunda gitmez, tam olacakken aksilik çıkıverir, borç batağına gireriz. Bazen de hastalık olarak çıkar karşımıza, ama genelde sevdiklerimiz ile sınanırız. Aklıma her şey gelir, helallik almak dışında. Adalet, insanın hak ettiği muameleyi görmesi midir acaba? Hem hisseden hem de eyleme geçen kişi için de aynıdır. Kişi, kendi içinde ne kadar haksız olduğunu bilse de tam tersi bir tavrı sergilemekten çekinmez. Çevremizde çok fazla hak ve hukuktan bahseden kişilere bakıldığında da en çok haksızlıkların yine bu kişiler tarafından yapıldığını da görüyoruz. Okuduğum bir kitapta geçen şu söz, insanın vicdanına hakkı güzel tanıtmış: "Söylesene," demişti, " kimin cezalandırılmayı hak ettiğine, kimin hak etmediğine neye göre karar veriyorsun? Bu yüreğin çürümüş, diğerininse sağlam olduğunu nasıl kesinlikle bilebilirsin?" Hak sana ya da bana göre değişen bir şey değildir ki? Tektir ve gerçektir. Hak elde etmekte dahi torpil aramak, ziyankar olmak insanların silahı haline gelmiştir. Göz göre göre başka birinin aleni şekilde hakkına girebiliyorsan o zaman "minareyi çalan, kefenini hazırlar" misali sonunun da izleyicisi olmaya hazırsındır. Utanmak ve mahcubiyet öyle herkesin hissedeceği duygular değildir artık. Hele de bahsettiğimiz hak canavarları, öyle pişkindir ki, hiç bir şey olmamış gibi, toplum içinde gezer, konuşur hatta nasihat bile eder. Bu da bir savunma mekanizmasıdır aslında. "Yalan görünüşlü bir gerçek karşısında ,insan çenesini tutmalı elinden geldiğince, Çünkü utanmak zorunda kalabilir kusuru olmasa da." VE Utanacak kadar insan kalanlar başarabiliyor bunu.