Son yıllarda ve özellikle son günlerde aile içi şiddet ve kadına yönelik şiddetin önlenmesi amacında olan Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi’ne ve 6284 Sayılı Kanun’a toplum içerisinde bir kesimin ciddi anlamda saldırıda bulunduğunu üzülerek görüyorum. Ve bu saldırı toplum içerisinde gerçekleşen her olay bahane edilerek sürekli gündeme taşınmaya çalışılıyor. Dünyanın her yerinde olduğu gibi, ülkemizde de kadının varlık kazanmasından ciddi anlamda rahatsız olan bir kesim, ataerkil varlıkları için bir tehdit olarak algıladıkları sözleşmeye ve 6284 Sayılı Kanun’a karşı bir cephe oluşturma gayreti içerisindeler. Asıl temel sebep işte bu erilliğin yıkılmasından endişe duymaları. Sözleşmenin içeriğini bilmeyen, bir kere dahi okumamış kişiler, sanki sözleşmeyi imzalayan sadece Türkiye Cumhuriyeti imiş gibi, milli-manevi değerlerimiz elden gidiyor yaygarası ile komplo teoriler üretiyorlar. İsmi “Ailenin Korunması” ile başlayan, kendi kanun koyucumuz tarafından yapılmış “Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Hakkında Kanun” dahi güya aileyi yıkmayı amaçlıyor. Öyle ya bir ailenin içinde çocuk istismarı, ensest olabilir; kadın öldüresiye dövülebilir, yeter ki yuva (???) yıkılmasın. Hiçbir önlem alınmasın. Devlet şiddeti, tacizi, tecavüzü önlemesin, öldürmeye engel olmasın. Yeter ki bu zihniyet, bu eril yaşam devam etsin. Bu mudur? O zaman devlet neden vardır? Hukuk neden vardır?
Hakkında komplo teoriler dizilen sözleşme ve kanun, hangi felaketleri önlüyor farkında mıyız? Bir çocuk tecavüze uğradığında, bir kadın öldürüldüğünde, hangi kutsallık gerçekleşmiş oluyor? Bırakalım öldürmeler, tacizler, tecavüzler, istismarlar devam mı etsin?
Şiddet yalnızca ülkemizin değil, bütün dünyanın sorunudur. Taciz, tecavüz, istismar da öyle. Sözleşmede ifade edildiği üzere, “şiddetten arındırılmış bir Avrupa” meydana getirmenin neresi yanlıştır? Avrupa’da sadece Türkiye Cumhuriyeti mi vardır? Bu sözleşmeyi imzalayan onlarca devletin hepsine mi komplo kurulmuştur? Tabi ki değil. Aksine sadece eril yaşantılarının sona ermesinden endişe duyan bir kesim, durumu böyle göstererek taraftar toplamaya ve baskı unsuru olmaya çalışmaktadır. Efendim neden kadının beyanı esas alınıyormuş? Sadece kadının değil, erkeğin, çocuğun, aile bireylerinin vs. hepsinin beyanı esas alınmaktadır. Çünkü kanunun ve sözleşmenin amacı, acilen tedbir alarak büyük felaketlerin önüne geçmektir. Tedbir almaktan hiç kimseye zarar gelmez. Fakat alınmadığı zaman çok vahim sonuçlar doğduğunu defalarca tecrübe etmiş bulunmaktayız. Üstelik alınan bu tedbirlere itiraz ederek tedbiri ortadan kaldırma imkânı da tanınmıştır. Toplumda neden şiddet bu kadar yüksek düzeyde diye soru sormak yerine, “neden beyan esas alınıyor” şeklinde soru sormak hangi akla ve mantığa sığmaktadır?
Bu kanun ve sözleşme, kadına da erkeğe de uygulanıyor. Ayrım yapılmıyor. Fakat gerek Aile Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın, gerek başka kurum ve kuruluşların topladıkları istatistiklere baktığımızda şiddete uğrama oranının kadınlarda çok fazla olduğunu görüyoruz. Ve sanmayınız ki şiddet mağduru olan kadın ve çocukların hepsi kurumlara başvuru yapıyor. Aksine şiddete uğrayan kadınların sadece 11’i kurumsal başvuru yapıyor. Anlayacağınız bıçak kemiğe dayanmadıkça kol kırılıp yen içinde kalıyor. Dolayısıyla kanun yuva falan yıkmıyor. Zaten yıkılmış bir yuvada zayıf düşmüş olanı koruyor. Hiçbir devlet toplumun yapı taşı olan ailenin temeline dinamit koymak için kanun yapmaz. Yuvayı yıkan, kişilerin kendi davranışlarıdır. Dışarıdan suçlu aramak yalnızca zayıf insanların işidir. Sevgi, saygı, eşitlik üzerine kurulu bir birlikteliğe hiç kimse zarar veremez. İnsanı insan olmaktan çıkaran, kendine saygısını kaybettiren, öz güvenini sıfırlayan, kişiliğini yok eden bir birlikteliğin adına yuva denilebilir mi? Öyle ise hukuka, kanuna, sözleşmeye kabahat bulmak yerine, kişi kendi kusurlarına dönüp bakmalıdır.